Kimi teorilere göre daha insanlık bile varolmadan müzik vardı. Kimilerine göre ise müzik insanoğlu ile aynı çağda doğdu.. Bu iki teori arasında en fazla tepki çekeni, tabi ki insanoğlu varolmadan, müziğin varolmasıydı. Bilimadamlarının dahi "müziğin varoluşu" tartışmalarına katıldığı her daim bir gerçektir. Peki, insanoğlu varolmadan müzik nasıl varolabilirdi? Müzik insanoğlunun yarattığı bir şey değil miydi gerçekten?
Evet değildi; ilkçağın en önemli şairlerinden Lucretius için müzik, bırakın insanoğlunu, daha dünyanın ilk doğa bileşenleri yaratılırken ortaya çıkmıştı. Lucretius teorisine göre müzik; yıkım, toprak kayması, kuş sesi, rüzgar, volkanlar, varolan ilk denizler ve bunlar gibi daha birçok "doğa olayları" nın çıkarttığı seslerin, insanoğlu tarafından yapılan taklitleriydi.
Varoluşu nasıl meydana gelirse gelsin, en nihayetinde müzik; birilerinin bir takım sesler yaratmasıyla oluşuyor sonuçta. Bu "bir takım sesler" bütünün müzik ile alakadar olanı tabi ki her daim insanoğlu tarafından yaratılmıştır. Günümüzde Taş Devri koşullarını bire bir yaşayan Endonezya'ya ait, Irian Jaya'da yamyam diye tanımlanan yerliler bile, bambudan yaptıkları mızıka sayesinde, günlük yaşamlarının büyük bir bölümünü müzikle renklendiriyorlar. Daha radyoyu bile tanımamış insanların yaşadığı Afrika'nın ücra bölgelerinde, kurumuş ağaç gövdelerinin içini oyup, hayvan derisi geçirilerek yapılan tamtamlar, modern dünyadaki baterinin ataları. Amazon Ormanları'nda avlanmak için kullanılan havalı okların birkaçı bir araya getirilerek ortaya çıkartılan pan flüt, müziğin -"yaşamak" için temel kuralı- av kadar önemli olduğunu gösteriyor.Ve bu buluşların hepsi Tanrının "yaratıcılık özelliği" nin küçücük de olsa bir bölümünü aşıladığı insanların icatları. Bu buluşlar insanoğlunun çağ atlamaları, gelişimleri ve Millenium denilen şimdiki çağa gelmeleriyle eş zamanlı olarak her daim gelişti ve bu son şekline büründü: Sayısız enstrümanlar...
Bu sayısız enstrümanlar arasından özenle veya özensiz bir bölümü aynı anda birbirlerine "uyum" sağlayacak şekilde çalınıyor ve ortaya bir "ses topluluğu" çıkıyor. Yazarken çok basit ve "ne kadar da anlamsız" gibi görünen bu cümle aslında müziğin sözlük anlamını oluşturuyor. Onlarca hatta yüzlerce enstrüman arasından birbirlerine uyum sağlayanları ayırmak, daha sonra onları bir araya getirip her birine tek tek farklı tonda veya tınıda görevler vererek ortaya bir "ses karışımı" çıkartmak hiçte kolay olmasa gerek.Ortaya çıkacak bu ses karışımını "müzik" olarak hazırlamak da çabası...
Bu denli "yaratıcılık" gerektiren ,zihinsel anlamda ufkun çok ileriyi görmesini şart koşan bir sanat dalı müzik.Ve işin hepsinden öte olan tarafı ise,yukarıda bahsettiğim gibi "Tanrının yaratıcılık özelliği" nden bir parçasını verdiği nadide insanlardan biri olmak gerekli herhalde! Yapılan müziğin tarzı, şekli, biçimi ne olursa olsun herbirinde bir kurgu, bir anlatı, bir hikaye var. Peki nasıl oluşur bu hikaye? Nasıl olur da insan yaşadığı veya hissettiği bir takım şeyleri seslere dökebilir ki?
İşte konu başlığı: Müzikte Yaratıcılık... Yaşadığın hikayeye uygun sesler, onların tonları, şiddetleri.... Hepsi hikayenin bir bölümünü anlatır. Bir sesin, müziğin içerisinde kulağınıza düşük bir seviyede gelirken anlattığı hadise, yüksek bir seviyede duylurken anlattığı hadiseden bile farklılık gösterir. Ön plana çıkartılan sesler, arka plana gömülen sesler, ortalıkta gezinen başı boş sesler... Hepsinin anlatacak bir hikayesi var ve bu hikaye yapan sanatçının "yaratıcılığı" ile eşdeğerdedir. İlham da denilen bu yaratıcılık özelliğini değerlendirmek tabii ki hiçte kolay değil.
Peki ne yapmalı acaba bunu değerlendirmek için? Saatlerce, hatta günler-haftalarca hikayeyi oluşturmak için uğraşmak mı gerekir? İşte çoğu bizim gibi orta seviye müzisyenlerin yaptığı en büyük hatadır bu. Haftalarca stüdyoda bir "müzik" oluşturmak için insomnia hastası gibi yaşamak ve sonunda ortaya koca bir "hiç" çıkartmak...
Halbuki yaratıcılık her zaman "yaşamak" ama “gerçekten yaşamak" ile oluşan bir hadisedir. Hiçbir şey yapamayacağımızı bile bile stüdyoda harcadığımız haftaları, yeni aldığımız bir albümü dinleyerek, arkadaşlarımızla boş boş gezip tozarak, arabamıza binip bulunduğunuz şehrin en ücra köşelerini gezerek vs. bunun gibi yüzlerce sosyal aktiviteden bazılarını yerine getirerek değerlendirseydik, inanın ortaya çoktan anlatacak bir hikaye çıkmıştı.
Örnek vermek gerekirse, "yaratıcılık" özelliği, banyodaki su deposu gibi bir olay. Bu deponun çalışması için, ilk önce dolması gerekli. Hiç su olmayan bir yere depo taktırmak ve ondan su vermesini beklemek, portakal ağacından kavun çıkmasını beklemek gibi olsa gerek. Burada depo "ilham" ; suda "yaşam" olduğuna göre depoyu doldurmak için yaşamak şart. Her ne olursa olsun, iyi ya da kötü, bir şeyler yaşanmalı!! Yaşamak ise insanın elinde tamamen.Yaşamak eşittir görmek, duymak ve sonucundan etkilenmek... Etkilendiğiniz ve o anda hissettiğiniz duyguları da seslere dökmek... İşte müzikte daha fazla yaratıcı olmanın en önemli unsuru budur. Ve işin en güzel kısmı da, müzik yapmak için "yaşama sarıldığınızda" yaşamın her saniyesinin bile "yaşanıyor" olması.....
Aklınızdaki müziği derleyip toplayıp bir de bir araya getirmek de var değil mi? “Yapıyorum ama olmuyor" felaketi? Tek tek çaldığınızda her ses bir "şölen" iken, bir araya getirdiğinizde ortaya bir çöplüğün çıkması? Diğerlerinin yaptıkları uzaydan gelirken sizinkinin mağmadan gelmesi? Yaratıcılığınız en üst seviyede iken yapıp da, sıra onları bir fotokopi gibi bir çıktı şeklinde almaya geldiğinde yaşadığınız hayal kırıklığı... Ve bu hayal kırıklığının getirdiği "beceremiyecğim" korkusu ve bu korkunun tetiklediği "işten soğuma" duygusu... Nerden mi biliyorum? Çünkü her gün, belki de her saat yaşıyorum bunu. Ama en sondaki "soğutma duygusu" nun tetiklenmesine hiçbir zaman izin vermedim ve vermeyeceğim.
Siz siz olun ve bu duygunun tetiklenmesine izin vermeyin. Bunun içinde "yaşayın"... Yaratmak için yaşayın...Ve bunun bir şart olduğunu söylemek gereklidir ki, madem ki sonucun çıktısını almak müziği yaratmaktan farklı olan ve bilinmesi gereken ayrı bir bilim dalı olan mühendislik-teknisyenlik işi; içinde bulunduğunuz maddi manevi duruma göre erişebildiğiniz her kaynağı beyninize kazırcasına okuyun ve ömür boyu saklayın...
Comments